Kendimize koyduğumuz engeller yüzünden nefes alamaz duruma geliyoruz. Sanki kendimizle aramızda, kocaman bir duvar var gibi! İç sesimizi duymayı unutuyoruz. Aynaya bakıp, kendimizi görmüyoruz.
Kurallarımız, suçluluk duygularımız, hırslarımız, görevlerimiz, kızgınlıklarımız tüm ilgimizi alıyor. Kendimize şefkat ve sevgi göstermeyi aklımıza bile getirmiyoruz.
Sabah aynaya baktığımızda, gözlerimizin içinin parlaması için bir şey söylemiyoruz. Ne zaman dışarıdan, diğer insanlardan olumlu geribildirimler alsak, ancak o zaman parlıyor, bir an için gözlerimiz... O da, eğer duyduklarımıza gerçekten inanırsak… Kendimize söylemediğimiz bu olumlu geribildirimlerin gerçek olduğuna inanmak için, başkalarına doğrulatmaya çalışıyoruz.
“X kişi benim güzel olduğumu söyledi” derken, “sen de bunu doğruluyor musun?” diye soruyoruz aslında… Eğer “elbette sen güzelsin” gibi bir yanıt alırsak, kısa bir süre keyifleniyoruz ama tekrar başka birine onaylatma ihtiyacı duyuyoruz.
Bu nedenle sürekli bir beğenilme, takdir edilme, onaylanma ihtiyacıyla dolaşıp duruyoruz. Bu olmadığında keyifsizleşiyoruz. Keyifsizleştiğimizde, kimseye “beni biraz sever misin, över misin?” diyemiyoruz. Farkında olmadan bunu yapmadığı için karşımızdakini eleştirmeye, aşağılamaya girişiyoruz. Onun da bizim gibi sevilmeye, değerli olduğunu hissetmeye ihtiyacı olduğunu hiç düşünmüyoruz.
Psikodrama gruplarında ya da bireysel terapilerde, bu ihtiyacın temel nedenlerini araştırdıkça, geçmişe dönüyoruz. Aslında öncelikle “bugün” ile başlanıyor. Kişinin eşinden, ailesinden, iş yerinden yeterli onayı ve takdiri alamadığı durumlarda keyifsizlik başlıyor. Bunu değiştirmeyi başaramıyor. Çünkü; kendisininde alt şemalarında benzer bilgiler mevcut. “Sen sevilmeye layık değilsin”, “Sen değersizsin”, “Sen beceremezsin” gibi telkinleri, daha çocuk yaşlarda, insanın savaşamayacağı, tersini ispatlayamayacağı kadar küçük olduğu zamanlarda alıyoruz.
Ailemizden ya da bizim için önemli insanlardan alıp, inandığımız ve içselleştirdiğimiz bu telkinleri, ömür boyu duymazdan gelmeye, reddetmeye çalışıyoruz, ya da boyun eğip kabul ediyoruz.
Bu telkinleri, istisnalar hariç, bize bilinçli olarak vermiyorlar aslında. Pek çok telkinin arasında, farkında olmadan veriyorlar. Mesela birçok insanın yaşadığını öğrendiğimiz, küçük bir örnek verelim. 5-6 yaşlarında ekmek alıp gelmiş bir çocuğa annesi suratını asarak belki de bağırarak; “Ne biçim ekmek almışsın. Doğru düzgün seçmeyi bir öğrenemedin. Git bunu değiştir.” diyor. Anne bunu söylerken, çocuğuna bir eğitim verdiğinin bile farkında değil. Kötü bir niyeti yok. Belki, eşini veya aile üyelerini bir türlü memnun edemediği için mutsuz. Belki, ekmek iyi seçilmediği için kendisi azarlanacak. Belki, çocuğun azarlanmasının, onda yaratacağı etki aklına bile gelmiyor. Ancak çocuk, “hata yaptım, beceremedim, öğrenemedim, cezalandırıldım” bilgilerini alıyor. Muhtemelen annesinin nasıl bir ekmeği beğeneceğini de anlamıyor. Kendini çaresiz de hissediyor. Ekmeği alıp tekrar bakkalın yolunu tuttuğunda, sırtına da bu olumsuz yükleri alıyor. Dönüşte ekmek belki değişiyor ama çocuk da değişiyor. Artık biraz önceki güveni, neşesi yok.
Buna benzer yaşantılardan her geçişte, güven biraz daha azalıyor, yetersizlik duyguları biraz daha artıyor. Onaylanma beklentisi ile bakışları, diğerlerinden bir takdir bekler duruma geliyor. Kendisini takdir edebileceğini öğrenmediği için, bu aklına bile gelmiyor. Küçükken “sevilmeye layıksın, değerlisin” telkinleri almayınca, büyüyünce kendisine veremiyor.
Hal bu ki aynı olayda, ekmek getiren çocuğa, ana babası güler yüzle “aferin benim oğluma/kızıma. Ne güzel gitmiş, bizim için ekmek alıp getirmiş. Bu ekmeğin tadına doyum olur mu?” diyerek bir de öptüğünde, çocuk yine telkin alır. Bu telkinler, “ben değerliyim, başarabilirim, diğerlerini mutlu edebilirim, onları mutlu ettiğimde beni severler” gibidir. Ancak, sadece bir iş yaptığında bu mesaj verilince, çocuk sevgi almak için hep başkalarını memnun etmeye çalışır. Bunun yanında çocuk kendi kendine bir resim yaptığında da, sevgi dolu bir şekilde, “ne güzel resim yapmışsın, bu resim neler anlatıyor” ya da “çok yeteneklisin, bizi ne güzel resmetmişsin” diyerek bir öpücük kondurulduğunda çocuk yine olumlu telkinler alacak, böylece güveni artacak, takdir edildiği için yeni bir şeyler üretme hakkını ve motivasyonunu kendinde bulacak, kendini sevebilecek ve değerli olduğunu hissedecektir.
Çocuk hangi telkinleri daha çok alırsa, onları daha çok içselleştirecektir. Ayrıca olumlu telkinlerin etkisi daha güçlüdür. Çünkü aslında, bunlarla dolmak isteriz. Eğer eşit düzeyde olumlu ve olumsuz telkin alınmışsa bile, olumsuzları temizlemek daha kolay olur. Ama çocukluğunda hep olumsuz telkin almış bir yetişkinin, kendine verdiği telkinleri olumluya çevirmek için çok daha fazla zaman ve emek gerekir.
Sabahları aynada gözlerimiz parlayana kadar kendimize, “kendimi seviyorum, değerliyim, yaşamayı seviyorum, enerjim yüksek, çalışmaktan keyif alıyorum, kendimi onaylıyorum, hatalarımı kabul ediyor ve bağışlıyorum vb.” olumlu telkinler vererek başlayalım güne… İlk başta inanmak zor bile olsa, zamanla inanırız ve inandıkça gerçek olur.
Uzm.Psk.Dan. Rüya Turna
...