Günce Toroslu Yazıları

ERGENLERDE SOSYAL ANKSİYETE

ERGENLERDE SOSYAL ANKSİYETE

Ergenler Hangi Durumlarda Sosyal Kaygı Yaşarlar ?

EYVAH ÇOCUĞUM ERGENLİKTE!

EYVAH ÇOCUĞUM ERGENLİKTE!

Ergen çocuğu olan ebeveynlerin sıklıkla kullandığı bazı cümleler şuanlardır:

-Çocuğum ergenlikte ve bu dönemi çok ağır geçiriyoruz.

-Sürekli öfke patlamaları yaşıyor, kurallarımıza uymuyor, saygısızlık yapıyor.

-Odasına kapanıp oradan çıkmıyor, bizimle hiçbir şeyini paylaşmıyor.

-Arkadaşları onun için daha önemli, bizimle vakit geçirmek istemiyor, bizden nefret ettiğini söylüyor.

 

KIŞ DEPRESYONU

KIŞ DEPRESYONU

Mevsimler doğada değişikliklere neden olduğu gibi, insanlar üzerinde de fiziksel ve psikolojik farklılıklara yol açmaktadır. Özellikle sonbahar ve kış mevsimleri insanların depresif duygular yaşamasına neden olmaktadır. Kış mevsiminde, yaz mevsimine göre daha az enerjik, daha mutsuz, yorgun ve ümitsiz hissedilebilmektedir.

 

SAĞLIKLI BİR YETİŞKİN OLMAK İÇİN ANNENİN ÖNEMİ

SAĞLIKLI BİR YETİŞKİN OLMAK İÇİN ANNENİN ÖNEMİ

Anne-çocuk bağı ve ilişkisi anne karnından itibaren başlamaktadır. Günümüzde gelişmiş ve anne olmaya karar veren bir kadın, çocuğunun iyi bir şekilde gelişebilmesi için daha sağlıklı beslenmeye, hamilelere uygun sporlar yapmaya, sigara ve alkolden uzak durmaya çalışır. Bebeğin karnındaki hareketleri hisseder, onunla konuşmaya çalışır. Doktora düzenli olarak kontrollere gider. Bebeğinin sağlıklı bir şekilde dünyaya gelebilmesi için gerekli olan her şeyi yapmaya özen gösterir. Çoğu zaman kendisinden fedakarlıklarda bulunur.

 

ÇOCUK VE ERGENLERDE PSİKOLOJİK SAĞLAMLIĞIN ÖNEMİ

ÇOCUK VE ERGENLERDE PSİKOLOJİK SAĞLAMLIĞIN ÖNEMİ

Her çocuk ve ergen hayatlarının belli alanlarında zorluklar yaşarlar. Kimisi bu zorluklarla baş etmede oldukça zorlanırken, kimisi de üstesinden gelme konusunda oldukça başarılıdır. Peki bu neye göre değişir? Psikolojik sağlam oluş için çocuk ve ergenlerin nelere ihtiyacı vardır? Anne-babalar olarak çocuklarınızı nasıl destekleyebilirsiniz ?

Psikolojik sağlamlık kavramı, Latince “resilire” kökünden türemiştir ve resilient; esnek ve elastik olma; yani olumsuz bir yaşam deneyimi, stres veya travma sonrası, incinip psikolojik olarak kötü hissettikten sonra kendini hemen toparlayabilmek, eski haline dönebilmek anlamına gelmektedir.

Bir hacı yatmazı düşünelim. Hacıyatmaza vurulduğu zaman hacıyatmaz devrilmek yerine olduğu yerden geriye gider ve tekrar eski haline döner. Psikolojik sağlamlık da hacıyatmaza benzetilebilir, zorlu bir durum karşısında çocuk ve ergenler yıkılmayıp sadece gerileyip tekrar eski hallerine gelebiliyorlarsa psikolojik olarak sağlam denilebilirler.

 

 

OKULLARIN AÇILMASI İLE ÖĞRENCİ VE EBEVEYNLERİN YAŞADIKLARI ZORLUKLAR VE ÇÖZÜMLERİ

OKULLARIN AÇILMASI İLE ÖĞRENCİ VE EBEVEYNLERİN YAŞADIKLARI ZORLUKLAR VE ÇÖZÜMLERİ

Üç aylık yaz tatili boyunca birçok öğrenci tatillerini çok güzel değerlendirdiler; dinlendiler, gezdiler, sosyalleştiler. Yeni yerler, yeni insanlar, yeni yetenekler ve hobiler keşfettiler. Bazı öğrenciler ise tatilinin çoğunu telefon, tablet ve bilgisayar başında geçirmeyi tercih etti. Öğrenciler yaz tatilini, okul dönemine göre daha rahat geçirdiler. Uyuma ve uyanma saatleri daha esnekti, dışarı çıkabilme özgürlükleri daha fazlaydı, derslerle ilgili sorumlulukları yoktu veya çok azdı.

Okulların açılacak olması ile birlikte bazı öğrenciler arkadaşları ile kavuşacakları, yeni kırtasiye malzemeleri ve kitaplara sahip olacakları, bir sınıf daha yükselecekleri ile ilgili heyecanlı, istekli ve sevinçli hissediyorlar. Bazı öğrenciler ise daha erken saatte kalkacakları, sorun yaşadığı arkadaşları tekrar görecekleri ve benzer sorunlarla karşılaşacakları, tatile göre daha kurallı yaşayacakları, ödevlerle ilgili sorumluluklara sahip olacakları için üzgün, isteksiz ve hatta öfkeli hissediyorlar. Sabah erken kalkmak istemiyorlar, okulun gereksiz ve sıkıcı bir yer olduğunu düşünebiliyorlar, öğretmenler hakkında ön yargılı olabiliyorlar… Bunların sorumlusu olarak sistemi, okulu, öğretmenleri, bazen de ailelerini tutabiliyorlar.

Öğrencilerin 3 aylık tatil sonrasında okula adapte olabilmeleri için elbette biraz zaman gerekiyor. Genellikle okulların açılması itibari ile ilk 2 hafta içerisinde öğrenciler biyolojik, sosyal ve psikolojik anlamda adapte olmaya başlıyorlar. İstekli olan öğrenciler derslere, arkadaşlara, öğretmenlere ve okul kurallarına uyum konusunda zorluk yaşamıyorken, isteksiz ve okula karşı olumsuz duygular barındıran öğrenciler okula uyum konusunda oldukça zorluklar yaşıyorlar.

Bu Tür Durumlarda Anne ve Baba Ne Yapmalı?

Okula karşı isteksiz ve olumsuz duygular barındıran öğrencilerin ebeveynleri de bir o kadar endişeli hissediyorlar. Peki aileler bu kadar endişe hissederken çocuklarına nasıl yardımcı olabilirler?

 Ebeveynler okula adaptasyonda zorluk yaşayan çocuklarından beklentilerini bir kenara bırakmalı ve çocukların kendi hayatları ile ilgili beklentilerini dinlemeli. Çocuklarını zorlamak, onlarda baskı yaratmak yerine, çocuklarının beklentilerine saygı gösterip, onların istedikleri yolda gelişimleri için destekçi olmaları, çocuklarını yargılamadan sadece dinlemeleri ve anlamaları yeterli olacaktır. Okula gitmek ve ders çalışmak istemeyişleri ile ilgili çocuklarını yargılamadan, etiketlemeden ve nasihatten uzak bir şekilde çocuklarının ne yaşadıklarını ne hissettiklerini merak ederek açık uçlu sorularla anlamaya çalışmalılardır. Merak edilip, dinlendiğini ve anlaşıldığını hisseden çocuklar evde huzursuzluk çıkarmayıp, aile ile iş birliğine daha açık hale gelmektedirler. Böylece okuldaki uyum süreci içinde ailelerinden kolayca destek isteyebilir, çözüm sürecinde gönüllü olabilir ve bu süreci daha kısa hale getirebilirler.

Ebeveynlerin çocuklarına yardım ederken zorlanmaları durumunda, okuldaki rehberlik servisiyle işbirliği içinde olmaları, çocuklarla ve ergenlerle çalışan psikologdan destek almaları iyi olacaktır. Psikolog ile çocuk arasındaki güven bağı oluştuktan sonra, sosyalleşme ve uyum becerileri, çocuğun kendisi ile ilgili algısı, olumsuz düşünceleri, stres yönetimi, ders motivasyonu, zaman yönetimi, sorumluluk hissi çalışılması uygun olacaktır.

Bu süreçte size memnuniyetle destek olmak isteriz, bizimle irtibata geçebilirsiniz. Güzel bir eğitim-öğretim yılı geçirmeniz dileği ile…

Uzm. Kl. Psk. Günce TOROSLU

 

FEDAKARLIK YAPAN TARAF HEP SİZ MİSİNİZ?

FEDAKARLIK YAPAN TARAF HEP SİZ MİSİNİZ?

-Ben mutlu olmasam da olur, yeter ki o mutlu olsun.
-Öncelik onun istekleri, benim isteklerim olmasa da olur. 
-Onun için her şeyi yaparım. 
-Ben çok da önemli değilim, yeter ki o iyi olsun. 
-O benim için dünyalara bedel. 
-Fedakar olmalıyım, bu daha doğru.
-Ben hakkımı isteyecek kadar bencil biri değilim. 
Bu cümleler size de tanıdık geliyor mu?
 
Başkaları için fazlasıyla fedakarlık yaparak, herkesin yükünü omuzlamaya çalışarak, başkalarını kendinizden bile çok düşünerek, “aman o iyi olsun da …” diyerek tüm sorumlulukları üzerinize aldığınızı fark edebiliyor musunuz? 

'KORONAVİRÜS YÜZÜNDEN EVE HAPSOLDUM'DÜŞÜNCESİ

'KORONAVİRÜS YÜZÜNDEN EVE HAPSOLDUM'DÜŞÜNCESİ

“Koronavirüs Yüzünden Eve Hapsoldum” Düşüncesi
Ülkemizde insanların bir kısmı “evde kal” çağrılarına kulak asmazken birçoğu da evde kalarak hem kendilerini korumakta hem de ülkemizdeki koronavirüs yayılımını önlemek adına katkı sağlamaktadırlar.
Koronavirüs’ten en çok 65 yaş üstü ve kronik rahatsızlığı olan bireylerin etkilenmesi nedeniyle ilk günden beri bu kişilerin evden çıkmasının oldukça sakıncalı olduğu vurgulanmıştır. Birçok insanın bunu dikkate almasına rağmen bir kısım insan da “bana bir şey olmaz” düşüncesi ile sokaklara çıkmaya devam etmiştir. Bu nedenledir ki 21 Mart Cumartesi günü 65 yaşın üstündekilere ve kronik rahatsızlığı olanlara devlet tarafından sokağa çıkma yasağı ve çıkan kişilere de 3 bin 150 TL para cezası getirilmiştir.
Ayrıca virüsün yayılma hızının artması halinde tüm ülkede sokağa çıkma yasağı getirileceği söylentileri de halk arasında dolaşmaktadır. Bu da insanlarda yalnız kalma, eve hapsolma, yiyecek içeceğe erişememe ve ekonomik sıkıntı çekme korkularını uyandırmaya başlamıştır. Bu korkular da beraberinde depresyonu, anksiyeteyi ve panik atakları getirmekte, insanlar bu problemlerle başa çıkmakta zorlanmaktadırlar.
Evin içerisinde uğraş bulmakta ve rahatlamakta zorlanan insanlar evde boğuluyor gibi hissedip çareyi kendilerini dışarı atmakta bulurlar. Evde durmak, yeni şeyler üretmemek, koşturma içerisinde olmamak, hapsolmak gibi duygular birçok kişiye ölümü çağrıştırdığından dolayı kişiler kendilerine bazen durmaları gerektiğini hatırlatmakta zorlanırlar. Durdukça ölüme yaklaştıklarını düşünürler. Dışarıda yürüyüş yapmak, koşturma halinde olmak, yeni insanlar ve yerler görmek kişilere hayatta olduklarını, hala işe yarayabildiklerini, kendi başlarına hareket edebildiklerini hatırlatır, kendi içlerindeki korkulara dönmelerini engelleyip dışa yönelmelerini ve akıllarını dağıtmalarını sağlar.
Evin içerisinde kalmak zorunda hisseden bu tür kişilerin evin içerisinde nasıl rahatlayabileceklerini ve zaman zaman durmaya herkesin ihtiyacı olduğunu fark etmeleri gerekmektedir. Havaların fena gitmediği bu günlerde balkonlarda çay-kahve keyfi yapmak, güneş alan aydınlık bir odada rahatlatıcı müzikler eşliğinde kitap okumak, günlük tutmak, ruhumuza iyi gelecek film ve diziler izlemek, neşeli arkadaşlarla telefonda veya görüntülü sohbetler yapmak, örgü örmek, evin dizaynını değiştirmek, mobilya boyamak, tadilat yapmak, kara kaleme başlamak, yeni yemek tarifleri denemek, evde egzersizler yapmak, müziği açıp dans etmek, masa oyunları oynamak, eski albümleri kurcalamak, temizlik yapmak, puzzle yapmak, müzik aleti çalmak gibi birçok etkinlik rahatlamaya, biraz olsun gündemden uzaklaşmaya yardımcı olacaktır.
Evde kalmak hem kişinin kendisi hem de tanıdığı tanımadığı çevresindeki herkes için daha güvenlidir. Evde kalma gerekliliğinin hapis olarak algılanması kişinin kendisine zarar vermektedir. Bunun yerine evde kalmanın güvenli olduğunu fark edip bu zamanı keyifli hale getiren kişiler süreçten psikolojik ve fiziksel olarak daha az etkilenecektir. Fiziksel olarak kişi kendisini ne kadar korursa korusun, bağışıklık sistemi psikolojik sağlamlıkla doğru orantılıdır. Bu nedenle stresten olabildiğince uzak kalmak en büyük gerekliliktir. Stesle baş etmekte zorlanan kişilerin de psikolojik destek almaları oldukça önemlidir. Ben de stresle, depresif ve kaygılı ruh haliyle başa çıkmakta zorlanan kişilere memnuniyetle destek olmak isterim. Sağlıklı günler dilerim…

KORONAVİRÜS SALGINI NEDENİ İLE SOSYAL İZOLASYON

KORONAVİRÜS SALGINI NEDENİ İLE SOSYAL İZOLASYON

11 Mart`ta Türkiye`de koronavirüs ilk vakasının tespit edilmesinden dolayı insanlarda kaygılar yükselmiş korkular oluşmuştur. Bunlardan bazıları hastalanma korkusu, ölüm korkusu, bir yakınını kaybetme korkusu, hastalığı bir başkasına bulaştırma korkusu, eve kapalı kalma korkusu, yiyeceğe ulaşamama korkusu... Kişiler koronavirüsten korunmak için maske, eldiven, kolonya ve dezenfektan kullanmak gibi birçok yola başvurmaktadırlar.
Milli Eğitim Bakanlığı, 16.03.2020 itibariyle 30.03.2020 tarihine kadar eğitime ara vermiş, çocukların evlerde kalıp izole olmaları gerektiğini vurgulamıştır. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversiteler belirli süreliğine eğitime online olarak devam edeceklerini belirtmişlerdir. Konser, sinema, tiyatro gibi sosyal etkinlikler iptal edilmiş, toplu alanlara girişler kısıtlanmıştır. Kişilerin market, eczane gibi acil ihtiyaçları dışında evde kalmaları gerektiği belirtilmiştir. Sosyal izolasyon için “evde kal” reklamları desteklenmektedir.
Bu 2 haftalık sosyal izolasyon sürecinde kişilerin evde vakit geçirmek zorunda kalmalarıyla birlikte bazı problemler ve zorlanmalar da meydana gelmektedir. Özellikle çocuklar bu süreçte sıkılmakta; bilgisayar, tablet, televizyon, telefon gibi teknolojik aletlere yönelmektedirler. Anne ve babalar da bu durumlarda çaresiz hissetmekte, öfkelenmekte çocuklarla tartışmalara girebilmektedirler. Böyle durumlarda çocuklara daha keyifli vakit geçirmeleri için yaratıcı etkinlikler sunmak hem çocukları teknolojinin zararlarından uzaklaştıracak hem de çocukların anne ve babaları ile vakit geçirmelerine yardımcı olacaktır. Anne-babalar çocuklarla keyifli vakit geçirmek için yapılabilecekler listelerine internetten kolayca ulaşabilir, hangilerini yapacaklarına dair çocuklarla fikir alış verişinde bulunabilirler.
Ailelerinin uzakta okuyan birçok üniversite öğrencisi de 2-3 haftalık tatillerden dolayı ailelerinin yanına dönmek durumunda kalmışlardır. Kimi öğrenci bu durumdan çok memnunken kimi öğrenci de alıştığı ve kendisine ait kurduğu düzeni bırakmak konusunda çok da istekli değildir. Aile evinde farklı görev ve sorumluluklar, kurallar ve beklentiler olduğundan ve evden çıkmadan aileleri ile 24 saat vakit geçirmek durumunda kaldıkları için gerek üniversite öğrencileri gerekse ebeveynleri oldukça zorlanmaktadırlar. Bu gibi durumlarda açık ve etkili iletişim yöntemleri kullanılmalı, aile fertlerinin kendi duygu ve düşüncelerini açıkça ifade etmeleri ve karşıt fikirlere de saygı gösterip orta yolu bulmaya çalışmaları, ortak ve bireysel vakit geçirmeleri daha verimli olacaktır.
Yoğun çalışma temposuna alışmış olan kişiler de evde durma zorunluluklarından dolayı can sıkıntısı, boşluk hissi, işe yaramama düşüncesi gibi olumsuz duygu ve düşüncelere kapılabilmektedirler. Bu süreçte evden iş ile ilgili ufak çalışmalar yapılabilir, ev ile ilgili işler halledilebilir, çocuk veya partner ile verimli hatta eğlenceli vakitler geçirilebilir, evde yapılabilecek çizim veya boyama yapma, puzzle tamamlama, müzik aleti çalma, eski arkadaşlara telefon etme gibi çeşitli aktiviteler yapılabilir.
Unutulmamalı ki herkes için en önemlisi bu süreci fiziki ve psikolojik olarak sağlıklı atlatmaktır. Bunun için kaygılarımızı çok yoğun yaşamadan ama tedbirlerimizi de elden bırakmadan sosyal izolasyon sürecini daha keyifli hale getirerek sakin bir şekilde geçirmek elimizdedir.
Sosyal izolasyon sürecinde kaygılarla başa çıkmakta zorlanan; çocuğu, ailesi veya partneri ile ev içindeki tartışmalar yaşayan kişilerin de online olarak psikolojik destek almaları bu süreci kolaylaştıracaktır. Biz de bu süreçte sizlere destek olmak için hazırız.

 

DÜŞEN ENERJİMİZİ NASIL YÜKSELTEBİLİRİZ?

DÜŞEN ENERJİMİZİ NASIL YÜKSELTEBİLİRİZ?

Düşen Enerjimizi Nasıl Yükseltebiliriz?
Hepimiz enerjimizin tükendiğini hissettiğimiz zamanlardan geçeriz. Canımız bir şey yapmak istemez. Çok yorgun hissederiz. Böyle zamanlarda çok da mutlu olduğumuz söylenemez. 
Genellikle bir şeyler yapmak için mutlu hissetmeyi, enerjimizin yerine gelmesini bekleriz. Fakat bu çok da mümkün değildir. Bekledikçe yorgunluğumuz, tükenmişliğimiz, ümitsizliğimiz, mutsuzluğumuz artar.
Enerjimizi yükseltmek için neler yapabiliriz?
- Enerjimizi düşüren şeyi bulup tanımlaya çalışabilir ve kabul etmek için bununla ilgili yazılar yazabilir veya resmedebiliriz.
- Enerjimizin düşmesine neden olan öfkemizi fark edip boşaltmak için öfkemizi yazabilir daha sonra kağıdı yırtıp yakıp atabiliriz.
- Kendimizden özür dileyerek kendimizi bağışlayabiliriz. Kendimize teşekkür edebilir ve kendimizi takdir edecek cümleler kurabiliriz.
- Bizi yargılamadan dinleyecek birisi ile paylaşabilir veya bir terapistten destek alabiliriz.
- Çok fazla enerji harcamamızı gerektirmeyecek, ama bize keyif verecek, başarılı ve mutlu hissettiren, geçmişte yapmış olduğumuz ve bize iyi gelen şeyleri hatırlayıp kolaydan zora doğru sıralayıp en kolay olanından başlayabiliriz.
- Hareket ekmek iyi gelecektir. Spor yapmak, yürüyüşe çıkmak, dans etmek vb…
- Müzik dinleyebiliriz veya su ile temas edebiliriz (deniz kenarına gitmek, denize girmek veya duşa girmek…)
- Kişisel bakımımız ile ilgilenebiliriz.
- Fazlalıkları değerlendirebilir veya atabiliriz. Bozuk veya kırık şeyleri tamir edebilir veya atabiliriz.
- Olmak istediğimiz yerde, sahnede kendimizi hayal edebiliriz böylece güçlerimizi hatırlarız.
Unutmamalıyız ki ufak adımlar atıp kendimizi iyi hissettikçe, bir sonraki büyük adıma geçmek daha kolay olacaktır.

KENDİMİZİ NE KADAR DİNLİYOR, ANLIYOR VE ÖNEMSİYORSUNUZ?

KENDİMİZİ NE KADAR DİNLİYOR, ANLIYOR VE ÖNEMSİYORSUNUZ?

Bazen kafamızda birbirinden farklı sesler konuşur. Kimisinin sesi daha yüksek, kimisinin sesi alçaktır. Kimisi daha baskın, ikna edici iken kimisi daha geri planda kalır. 
Örneğin; aklımızdan kaç yaşına geldin artık evlenmelisin diyen ve evlilik çok da şart değil diyen iki ses konuşup durabilirler. Bir ses kendimize aitken bir başka ses ailemize veya topluma ait olabilir.
Başka bir örnekle içimizdeki bir ses sınav yılın olduğu için yıl boyunca sınava hazırlanmaktan başka bir şey yapmamalısın derken; diğer ses hobilerinden vazgeçmemen gerektiğini söyler. İlk ses ailemize veya öğretmenlerimize aitken diğer ses kendi sesimiz olabilir.
Buna ek bir örnekle aklımızdaki ses üniversitede okuduğun bölümle ilgili meslek hayatına devam etmelisin derken; diğer bir ses bu işten ayrılıp ticaretle ilgili bir işe atılman gerekiyor diyebilir. 
Son bir örnekle; aklımızdaki seslerden bir tanesi roman okuyarak zaman kaybetmemeli kendini geliştireceğin kitaplar okumalısın derken; diğer ses roman okumaktan hoşlanıyorsun ve buna devam etmelisin diyebilir.
Bu seslerden hangisini dinlemeye meyilliyiz? 
 
Peki bu seslerin kimlere (annemiz, babamız, öğretmenimiz, kendimiz, toplum, arkadaşımız…) ait olduğunu hiç kendimize soruyor muyuz? 
Kendimize ait olan seslerin ne kadarını dinlemeye, ne kadarını iyice kısıp susturmaya çalışıyoruz?
Kendimizinkini mi diğerlerinin seslerini mi duymak daha kolay?
Kendi sesimizi dinlediğimizde ne hissediyoruz, kendi sesimizi susturup başkalarının seslerini dinlediğimizde hislerimiz neler oluyor?
Kendi sesimizi daha çok duyarsak iç huzurumuz artar. Bunun için kendimizi tanımaya, sınırlarımızı bilmeye, kendimizi ifade etmeye, hayır demeye, benliğimizi ortaya koymaya ihtiyacımız var.
Ortaya konulmamış ve bastırılmış benlik yani kendimizi dinlememek özgüven sorunları, depresyon, anksiyete ve panik atak olarak bize geri dönecektir. 
Eğer depresyon, panik atak, özgüven problemleri yaşıyorsanız ya da kendinizi dinlemek, anlamak ve önemsemekte zorluklar yaşıyorsanız bir psikologdan destek almanız faydalı olacaktır.

MODERN HAYATTA ANNELİK

MODERN HAYATTA ANNELİK

MODERN HAYATTA ANNELİK

HAYALLER

HAYALLER

Hayaller denilince akılımıza neler geliyor?

Hayaller kuruyorsunuz ama hep düşünce boyutunda ya da sözde mi kalıyor?