İnsanın kendine verdiği değer arttıkça bireysel hedefleri de artar ve böylece daha uzun süre umutlu, mutlu yaşayabilir. Kişinin kendine verdiği değer bittiğinde hayatın tadı bitmiş demektir. Herkes değerli olduğunu hissetme ihtiyacı içindedir.
Toplumun bireye verdiği değerle bireyin kendisine verdiği değer paralel ilerliyorsa, toplum bireye ne kadar değer veriyorsa, birey de kendisine o kadar değer verecektir.
Bir insana “sen değersizsin” dendiğinde ve o insan buna inandığında, yaşam amacı ve gücü ancak ona verilen görev kadardır. Yine de insan yaşama çabası içinde değerli hissetmeye çalışır. Toplum ona “sen değersizsin” derken “bir şeye hizmet etmesi” şeklinde bir de görev yükler. İnsan zihni bunu şu şekilde yorumlar; “bana söylenen işi yaparsam hatta iyi yaparsam değerli olabilirim”.
İnsan hakları kavramı son yüzyılda gelişmeye başlamıştır.
Kadın hakları kavramı daha da yakın zamanda ortaya atılmıştır.
Güçlü, güçlü olabilmek için güçsüzü ezer. Ne kadar ezebilirse o kadar güçlüdür. Ezemediği durumda da kontrol altında tutması gerekecektir.
İlkel çağlarda dinazorlar insanlardan daha güçlüydü. Pek çok hayvan daha güçlüydü. Zamanla akıl ve zeka ile fiziksel güç kontrol altına alındı.
Erkek, kadından fiziksel olarak daha güçlü olmanın ayrıcalığını sürüyordu. Ancak hayvan ve insan arasındaki farktan daha karmaşık bir yapı vardı. Fiziksel güçle erkeğin kendisine üstünlük kurması, kadının zekasıyla her zaman bir miktar engellendi. Bu nedenle erkeğin kadın üzerinde üstünlük kurması, insanın hayvan üzerinde üstünlük kurması kadar kolay olmadı. Çünkü kadının zekası karşısında erkeğin fiziksel gücüne zekası eşlik etse de yetmedi. Kadının doğurma gücü ve erkeğin fiziksel gücü gizliden gizliye savaşırken erkeğin ve kadının zekası karşılaştı.
Fiziksel gücün, “yok etme” eylemi için kullanılmasını zeka her zaman hoş karşılamadı. Hayvanları tamamen yok etmek zekanın kabul edebileceği bir şey değildi. Zeka sayesinde ehlileşen insan hayvanları da ehlileştirerek kullanabileceğini fark etti. Sadece yiyecek için değil, başka amaçlar için de hayvanlara bakıp büyütmek gerekiyordu.
Fiziksel güç ile kadını yok etmek de zekanın benimseyebileceği bir şey değildi. Kadını kullanmak için onu da bakıp korumak gerekiyordu. Erkek kadını fiziksel gücün desteğiyle kullandı. Ona çocuk doğurttu ve kendisine hizmet ettirdi. Kadını görmedi ve duymadı. Ancak kadın çocuk doğurmak ve hizmet etmek gibi görevleri yerine getirmekten çok daha fazlasını yapabilecek güce sahipti. Kadın “zeka” ya sahipti. Erkeklere benzer hatta daha farklı yetilerle donatılmış bir zekaya sahipti. Erkek bunu fark ettiğinde, kadının zekasını kontrol etmek için fiziksel gücün yeterli olmayacağını anladı. Kadın zekasını hapsetmenin yolarını, kendi zekasını kullanarak buldu. Zeka, eğitimle gelişiyor ve işe yarar hale geliyordu. Kadının zekasını eğitimden uzak tutmak gerekiyordu. Her insanın değerli olduğunu bilme ihtiyacı ve isteği olduğu gerçeği ise inkar edilemezdi.
Kadının zekası gelişirse, kendini daha değerli hissedecek ve erkeğin fiziksel gücünün kadın karşısında bir önemi kalmayacaktı. Zeka ile fiziksel gücün kontrol altına alınabileceği, hayvan gücünün kontrol altına alınmış olduğu bilgisiyle sabitti.
Kadın zekasının gelişmesinin engellenmesi için başka bir yol bulmak gerekiyordu. Kadının sahip olduğu, erkeğinse asla elde edemeyeceği bir güç olan “doğurganlık” gücü kullanılabilirdi. Kadın doğurduğu ve çocuğa baktığı için değerliydi. Erkeğe baktığı için değerliydi. Böylece kadın kendini çocuk doğurarak ve erkeğine hizmet ederek değerli hissedecek ve kadının zekası bunlarla oyalanırken, erkeği tehdit etmeyecekti.
Kadını, doğuran ve hizmet eden bir mal olduğuna inandırmak, erkek zekasının parlak bir ürünüydü. Böylece sadece doğurduğu ve hizmet ettiği için değerli olan kadın için biyolojik saat önemli bir kavram oldu. Bir kadın ilerleyen yaşlarında “kadın” olarak değersizleşiyordu. Burada da erkek zekasının muhteşem ürünü “annelik” kavramının abartılmasıyla kendini gösterdi. Kadın olarak bir değeri kalmıyor ama hayatının geri kalan kısmında, ki bu çok genç yaşlarda başlıyor, sadece “anne” olduğu için değerli oluyordu. Özellikle erkek annesi olunca bu değer artıyordu. Çünkü gelecekte sadece satacağı bir mal doğurmakla, bir insan (erkek) doğurmak aynı şey değildi. Bir çok toplumda “kaç çocuğunuz var?” sorusuna sadece erkek çocuklarının sayısı ile cevap verilemesi de bu durumu açıklamak için yeterli bir veri olabilir. Toplumumuzda hala “kız çocuğum olduğu için üzülmedim” gibi bir laf söylenebildiği gibi “olsun bir dahakine erkek olur” gibi laflar da az değildir. Yani bir kız çocuğu doğarken eksiltiliyor.
Daha değerli olmak isteyen kadın, çok küçük yaşlarda erkeklere satılmaya başlandı. Genellikle bu satış onurlu bir durum olarak lanse edildi. Bir kadın ne kadar çok para ediyorsa o kadar değerliydi. Buradaki değer, gençlik ve güzellikti. Buna iyi hizmet etmek ve güler yüzlü olmak da ekleniyordu.
Bir erkek ne kadar çok gücü (parası) varsa o kadar değerli (genç, güzel, iyi hizmet eden, güler yüzlü, uyumlu) bir kadın (mal) (satın) alabiliyordu. Başlarda bu güç fiziksel güç iken daha sonraları, kadınlardan esirgenen eğitim ve para gücüne dönüştü. Fiziksel gücü erkekten daha az olan kadın, erkeğin başarılı engellemesi ve yönlendirmesiyle eğitim ve para gücü bakımından da uzun zamanlar boyunca, belki de hala, yoksun kaldı.
Bu arada söz konusu durum, hesaplanmayan bir biçimde, erkeğin değerinin de ne kadar parası olduğu ile ölçülmesinin nedenlerinden biri oldu. Parası olmayan bir erkeğin değerli (genç ve güzel) bir kadına sahip olmaya hakkı olmaması gibi bir anlam yarattı.
Belki de bu nokta da kadın zekası ile erkek zekası tanışmaya başladılar. Kadın zekası ile tanışan erkekler, önceleri özel bir yetenek keşfettiklerini düşünerek onlara destek verdi. Sanki “konuşan bir köpek” ile karşılaşmışlar gibi “düşünebilen bir kadın” buldukları için kendilerini de özel hissettiler ve bu düşünebilen kadınların gelişimine destek oldular. Hatta bazen bu “düşünebilen kadın” grubundan bir çocuğu olan zeki erkekler, kızlarının zekalarını eğitimle beslemek istediler.
Böylece kadın zekası, bazen bir erkek ismi altında gizlenerek, toplumsal arenada kendini göstermeye başladı. Bu, erkek dünyasının büyük bölümü için çok tehdit ediciydi. Doğurma gücüne sahip olan kadın zekasıyla da karşılarına dikilirse erkekler yok olabilirdi. Erkek dünyası bunu engellemek zorundaydı.
“Namus” kavramı, bu kadın zekasından korunmak için çok iyi bir araçtı. Kadın kullandıkları bir mal olarak değerliydi. Bunu korumak gerekiyordu. Malın birinci eli her zaman daha değerliydi. Daha tazesi, daha genci, daha güzeli… ve kullanılmamış olanı… Sıfır km. olanı… Bunu satın alacak güce sahip olmak yeterliydi. Kadın bir mal olarak kalmalıydı. Kadın zekası işin içine karışmamalıydı. Erkekler bu fikre aynı zamanda yürekten de inandılar. O kadar inandılar ki kadını da inandırdılar.
Ancak zeka her zaman kendine bir çıkış yolu bulur. Kadın zekası da buldu ve durduruldu. NAMUS..! Zekasını eğitimle beslemek isteyen kadınlar “namussuz” oldukları için değersizleştirildi.
Namus kavramı sayesinde uzun yıllar “ataerkil sistem” de erkek dünyası kadının zekasından kendisini korumuş oldu. Namus kavramı çeşitli dini ve felsefi yaklaşımlarla desteklendi. Böylece giderek güçlendirildi.
Namus kavramı ile eğitim almak için sosyal hayata katılmak isteyen kadınlar “kötü” oldu, değersizleştirildi, dışlandı.
Bu süreç devam ederken gelişmiş erkek zekası ise bir bilim adamı merakı ve güveniyle yaklaştı kadın zekasına… Tanıştığı kadın zekasını takdir etti ve destekledi. Ondan korkmadı ve bu güce saygı duydu. Özellikle kendi kanından, canından olan kızlarında bu zekayı keşfeden zeki ve gelişmiş babalar destek verdiler.
Uzun zaman kendilerine eş olarak seçtikleri kadını “değerli bir mal” olarak görmeye devam etseler de, kızlarının, sevgililerinin, ev dışında olan kadınların zekalarına tanıklık etmekten keyif aldılar.
Daha sonraları bu zekalarla evlerdeki eşlerinde de karşılaştılar. Kabul ettiler, hoşlandılar hatta yardım aldılar.
Kadın yıllar içinde, kendini korumak için zekasını hem erkeklerden hem de erkeklerden zarar görmüş kadınlardan saklaması gerektiğini öğrendi.
Kadının zekasını saklama becerisi bir çok erkek için içinden çıkamadığı sorunlar yaşamasına da neden oldu. Tarih erkeklerin gizliden gizliye kadından korkmasının izleriyle doludur.
Ancak kadın, erkeğinin kendi zekasından korkmadığını ve hatta hoşlanabileceğini anladığında bunu ortaya çıkartma cesareti buldu. Ve gelişmiş erkek zekası gelişmiş kadın zekasını sevdi. Sevgi korkuyu yendi. Kadın mal olmaktan çıkmaya başladı.
Gelişmiş bir beyne sahip olan M. K. Atatürk de kadın zekasını seviyordu.
Gelişmiş bir beyin olan Mevlana da kadın zekasını tanımaktan keyif alıyordu.
Ancak erkek zekası gelişmiş de olsa, içinde yetişmiş olduğu toplumsal çizgide “erkek olduğunu hissetmesi” için kadının ona hizmet etmesi gerektiğini düşünmekten vazgeçmek kolay değildi.
Bu çatışma devam ederken bir yandan da kadın ve erkek zihninde, kadının bir mal olarak değerli olmasının dışında da değerli olabileceği bilgisi yeşermeye başladı. Böylece bir kadın “genç, güzel, iyi hizmet eden, hatta kullanılmamış” bir mal olmasa da, başka özelliklerinden dolayı değerli olmaya başladı.
Kadınlar önce iyi mal olmaları bu özelliklerle sınırlanmışken sonra, namus kavramı ile iyi mal olup olmadıklarına bakıldı. Daha sonra ise değerli olmak için diğer özellikler ön plana çıktı. Zeka ve daha sonra zeka ile elde edilen diğer güçler. Ancak bu özelliklerin içinden değer verilenler uzun yıllar boyunca yine de erkeği tehdit etmeyecekler arasından seçildi.
Erkeğin de kadının da kafası karıştı. Sonraları erkek parasının gücüyle aynı maldan birkaç tane almak yerine farklı özellikleri deneme cesareti geliştirdi. Parasının satın alamadığı özellikleri de tanımak istedi.
Kadın zekasını korkmadan ortaya koymaya başlamasından sonra zekası da gelişti. Genç, güzel, iyi hizmet eden, kullanılmamış olmasa da değerli olmaya başladı.
Ancak kadın da uzun yıllar- belki hala- hangi tarafta değerli olmak istediğini belirlemek zorunda kaldı. Günümüz şarkılarından “çocuk da yaparım kariyer de” parçasını bu çatışmaya bir isyan seslenişi olarak değerlendirebiliriz.
Erkekler hala kadınları bir mal olarak istiyorlar. Evde “değerli malları” olsun, ona hizmet etsin, çocuk doğursun. Onlar da rahat rahat diğer kadınların zekalarını taktir edebilsinler. Kadınları “evdeki değerli mal” olmaya teşvik etmek için namus kavramı gücünü korumaya devam ediyor.
Uzm.Psk.Dan.-Aile Terapisti & Psikodramatist
Rüya TURNA
...